logo

Molino’nun Gıda Şehri Projesi: Küresel gıda güvenliği için yeni bir model

09.10.2024 14:56

Türkiye’nin tarımsal merkez üssünün kalbinde yer alan Konya, küresel tahıl işleme ve değirmencilik sektöründe önemli bir markaya ev sahipliği yapıyor: Molino Makine. Kökleri 70 yıl öncesine dayanan şirketin ilham verici bir başarı hikayesi var. Faaliyetlerine 1965 yılında 240 metrekarelik bir atölyede başlayan Molino, bugün 54 bin metrekarelik alanda üretim yapan global bir marka. Un üretiminden son teknoloji un fabrikaları kuran bir teknoloji tedarikçisi haline gelen şirket, bugün dünyanın başlıca gıda ve tahıl işleme ekipmanı üreticilerinden biri konumunda. 
Bu etkileyici serüveni, şirketin gelişimine hem katkıda bulunan hem de tanıklık eden Molino Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Salim Alaybeyi’nden dinledik. Salim bey, değirmencilik sektörünün duayen isimlerinden biri. 50 yılı aşkın süredir bu sektörün içinde. Hem alaylı hem mektepli bir profesyonel.  Yaşamın ve bereketin altın tanesi buğdayın ‘beyaz altına’ dönüşümüne küçük yaşlardan bu yana  fabrikada çekirdekten yetişerek şahitlik eden Salim bey, aynı zamanda Yıldız Teknik Üniversitesi mezunu bir makine yüksek mühendisi. ABD’de yüksek lisansını tamamlamış ve İngilizce, Rusça, Fransızca ve Arapça bilen biri olarak, Anadolu’dan dünyaya yayılan buğdayın farklı kültürler ve coğrafyalardaki anlamını derinlemesine kavramış bir entelektüel. Zaten bu kavrayış da şirketin  stratejilerinde ve kurumsal kimliğinde kendini hissettiriyor.

Konya ziyaretimiz sırasında sektöre ilişkin derin bilgi birikimi ve deneyimini dinleme fırsatı bulduğumuz Salim Alaybeyi ile Molino’nun başarısının ardındaki faktörleri ve geleceğe yönelik vizyonunu konuştuk. 
Sn. Alaybeyi, Molino’nun köklerinden günümüze kadar uzanan hikayesini, ilk adımlarından bu yana sektörde geçirdiği dönüşümünü bizimle paylaşır mısınız?

Molino, kökleri 1950’lere uzanan bir şirket. Kurucumuz, rahmetli dedem Salim Alaybeyi, ilk olarak un ticareti ve zahirecilik gibi alanlarda faaliyet gösterdi. Daha sonra un fabrikası kurdu. 1964 yılında dedem vefat ettikten sonra, Molino Makine Sanayi şirketi, babam Dr. Ömer Lütfi Alaybeyi’nin un fabrikası işletmeciliğinden çıkıp bu teknolojiyi üretmeye karar vermesiyle kuruldu. Şirket, bu süreç içinde tamamen anahtar teslimi un fabrikaları, irmik fabrikaları, yem fabrikaları, gıda işleme tesisleri ve silolar kurarak sektörde öncü firmalardan biri haline geldi. İlk ihracatımızı 1981 yılında Fransa’ya yaparak sektöründe ilk Türk makine ihracatçısı unvanını aldık. 

1965 yılında 240 metrekarelik bir atölyede üretime başlayan Molino, bugün 35 bin metrekaresi kapalı olmak üzere 54 bin metrekarelik bir alanda faaliyet gösteriyor. Konya’da İkinci Organize Sanayi Bölgesi’ndeki fabrikamızın dışında Katar ve Cezayir’de şirketlerimiz var. Tüm iştiraklerimizi sayarsak yaklaşık 600 kişilik büyük bir aileyiz.

Molino’nun bu etkileyici başarısının ardında hangi faktörler yatıyor?
Başarımızın ardında kurucumuz rahmetli dedemin koyduğu prensipler var. “Yapacağınız işe imza atın ve imza attığınız şeyi yapın” prensibiyle çalışıyoruz. Dürüst çalışmaya hassasiyet gösteren bir insandı. Söz verdiği zaman yerine getirirdi. Ahlaki değerlere çok önem veren bir insandı. Biz de onun yolunda gidiyoruz ve bu değerleri yaşatmaya devam ediyoruz. İşimizde başarılı olduysak, bu ahlaki değerlere verdiğimiz önemden dolayı olduğunu düşünüyorum. Bu kurumsal geleneğimiz ve şirket içi disiplin anlayışımız başarımızın temel taşı oldu.
İhracat pazarlarınız hakkında bilgi verir misiniz?

Molino, Afrika ve Orta Asya ülkeleriyle yoğun işbirliği içinde. Kuzey Afrika ülkeleri, özellikle Cezayir bizim en büyük pazarımız. Bu ülkede 42 yıldır faaliyet gösteriyoruz. Orta Doğu ülkeleriyle de yakın çalışma halindeyiz. 
‘Gıda Şehri Projesi’ adını verdiğiniz bir konsept geliştirdiniz. Bu konuya ilişkin olarak bizleri bilgilendirir misiniz?

Bu çok özel bir proje. Gıda endüstrisinde tam entegre bir sistemin kurulumunu ifade ediyor. Bu proje, insan kaynaklarından yakıt tasarrufuna kadar birçok alanda yatırımcıya kazandıran bir proje. Bu projeyle birlikte, hububat bazlı gıdaların üretimine uygun tesisler kurarak ülkelerin gıda güvenliğine katkı sağlamayı amaçlıyoruz. Bu tesisler, buğdaydan un üretimi yapmanın yanı sıra, diğer entegre tesislerle (ekmek, makarna, bisküvi gibi) bir araya getirilerek maliyetleri düşürüp kaliteyi artırıyor. Maliyet ve enerji tasarrufunu ön planda tutarak işletme maliyetlerini minimize etmeyi, tüm tesisleri tek merkezden en yüksek verimle yönetmeyi hedefliyoruz. Bu çabalarımızla dünya çapında gıda güvenliğine katkıda bulunmayı ve ülkelerin tarım sektörlerini desteklemeyi amaçlıyoruz. 
Makine inovasyon katagorisinde Türkiye İnovasyon ve Başarı Ödülleri Programı kapsamında ödüle layık görülen Gıda Şehri Projesi, hububata dayalı ürünlerin bir arada toplandığı bir kümelenme modeline dayanıyor. Bu projenin merkezinde un fabrikası bulunuyor, çünkü bu entegre tesislerde işlenen tüm ürünlerin ham maddesi undur. Un fabrikası, çevresinde entegre olarak makarna, bisküvi, gofret gibi unlu mamullerden ekmekçilik ürünlerine kadar birçok tesisi bir arada toplar. Bu yaklaşım, yatırım ve işletme maliyetlerini ciddi oranda düşürür ve lojistik açıdan büyük avantaj sağlar. Ayrıca, tesisler gelişmiş bir yazılım programıyla, hatta bir telefon aracılığıyla kontrol edilebilir. Bu sistem, ürünlerin hijyenik şartlarda üretilmesini ve kapalı devre sistemle insan müdahalesi olmadan çalışmasını sağlar. Bu projeyi, ülkelerin gıda güvenliğini sağlamak adına elzem bir adım olarak görüyoruz; çünkü her türlü gıdaya tek noktadan erişim sağlamak açısından büyük önem taşıyor. 

Bu modelin uluslararası ölçekte nasıl bir etki yaptığı hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Bu projeleri daha çok yurt dışında gerçekleştiriyoruz, özellikle de Afrika’da. Afrika’da gıdaya erişimde ciddi sıkıntılar var. Bu projeri ilgili devletle anlaşıp ortak olarak yapıyoruz.  
Bu gıda şehri projelerini dünyanın her tarafında yaygınlaştırmak istiyoruz. Ülkelerin gıda güvenliğini garanti altına almaları destek vermek istiyoruz. Herhangi bir bölgede her an bir salgın hastalık gelebilir veya herhangi bir afet ya da felaket olabilir. Eğer bu projelerimizi dünyanın çeşitli ülkelerinde iyi bir şekilde konumlandırabilirsek, dünya gıda güvenliğine hizmet etmiş olacağımızı düşünüyorum.

Molino, Ar-Ge alanındaki yatırımlarıyla da dikkat çekiyor. Bu konudaki faaliyet ve vizyonunuzu paylaşır mısınız?
Yaklaşık 35 yıldır aktif olarak Ar-Ge faaliyetleri yürütüyoruz. Ar-Ge çalışmalarımızı sürekli olarak geliştiriyoruz ve yeni teknolojileri iş süreçlerimize entegre ediyoruz. Ar-Ge tesisimiz, kendi alanında sadece Türkiye’nin en büyüğü değil, aynı zamanda Avrupa’nın da en önde gelenlerinden biri konumunda. Bu güçlü donanım, Molino’nun kalite odaklı yaklaşımını, sektörel ve teknolojik farklılığını ve kurumsal kültürünü tamamlayarak teknolojinin ön saflarında yer almasını sağlıyor.

Ar-Ge için yüksek kapasiteli bir un fabrikası kurduk. Bu da bize Molino olarak makine ve ekipman geliştirme konusunda yardımcı oluyor. Bu un fabrikasını işletip gördüğümüz eksikleri düzelterek tersine mühendislik yapıyoruz. Dolayısıyla bu tecrübe, teknoloji geliştirme anlamında verimli oluyor. 
Sektörün duayen bir ismi olarak, Türk değirmen makineleri endüstrisinin dünyadaki konumunu değerlendirir misiniz?
Türkiye, değirmen makineleri ve ekipmanları sektöründe dünya lideri. Sektör, yüksek kaliteli üretim ve yenilikçi teknolojileri ile dünya çapında tanınıyor ve tercih ediliyor. Yaklaşık 3 milyar dolarlık bir ihracat hacmine sahip olmamız, Türkiye’nin bu alandaki global etkisini ve rekabet gücünü açıkça ortaya koyuyor. Türk firmaları, sektördeki uluslararası talepleri karşılamak için sürekli olarak teknolojik yenilikler ve üretim verimliliğini artıran çözümler geliştiriyor.

Molino’nun 70 yıla dayanan yolculuğunda siz üçüncü kuşağı temsil ediyorsunuz. Türkiye’de aile şirketlerinin ömrünü göz önüne alındığında büyük bir başarı ve istikrar söz konusu. Bunu nasıl başarıyorsunuz?

Molino’nun köklü geçmişinde, biz üçüncü kuşak olarak aile şirketinin devamını sağlıyoruz. Dördüncü kuşağı temsil eden çocuklarım da yönetimde. Türkiye’de aile şirketlerinin ömrü genel olarak uzun olmuyor. Bizim ise bu konuda başarılı olmamızda, aile içindeki güçlü bağlılık ve ortak hedeflerimizin etkisi büyük. Nesiller arası geçişlerde yaşanan görüş farklılıklarını, anlayış ve hoşgörü çerçevesinde ele alarak bu süreçleri başarılı bir şekilde yönetiyoruz. Aile içindeki açık iletişim ve uyum, şirketimizin sürekli gelişimini ve uzun ömürlü başarısını destekliyor.